15 Ağustos 2012 Çarşamba

Okul Sevgisi


Okula başlayış ve okulda geçirilen ilk ayların, bazen çok girgin kalabalığa alışık çocuklarda bile bir çekingenlik yarattığı bilinen olaylardandır.
Bu çekingenlik çocuğun kendini yalnız hissetmesine ve bunun neticesi olarak da okuldan sıkılmasına sebep olur. Eğer bu durum uzun müddet devam eder çocuk okula alışamazsa o zaman üzerinde durup sebeplerini aramak lazımdır.
Anne, kendi işini yapabilmek veya dinlenmek için onun okula gidişini bir fırsat olarak kabul eder, bunu da kendisine hissettirirse, hele kendisinden daha küçük, evde kalan bir kardeşi de varsa bu davranışı içinde bir kıskançlık yaratacağından okula gitmeyi istemez ayrıca evden ayırdığı için de sevmez.
Diğer yandan evdeki oyuncaklarına ve şahsi eşyalarına kalan kardeşinin onlara dokunmayacağından, onlara zarar vermeyeceğinden de emin olmalıdır. Ancak o zaman düşünmeden kendini derslerine verip takip edebilir.
Çocuğa ayrılık güç geliyorsa, bu ara sıra, onu kendisinin sevdiği, tanıdığı bir akraba veya arkadaşına bırakıp, anneden ayrı 3–4 saat geçirtilerek kısa ayrılıklara alıştırılması okula alıştırılması bakımından önemli bir yer tutar.
Bu iyi bir aşamadır.
Çocuk sıkça ağlayarak okula gitmek istemediği zamanlar anne anlayışlı davranıp evladına ne şiddet ne de müsamaha göstermelidir. Bu halin çocukta yerleşmemesi için en iyi çare onunla hasbıhal ederek oyalayıp okula götürmektir.
Tabi bu dediğim şeyde bilimle olur. Çünkü küçüğün bilinçaltının temizlemesi başka türlü gerçekleşmez.
Okulda öğretmeni ile de konuşup mevcut sıkıntılar geçinceye değin kendisine yardımcı olması rica edilirse o da bu isteksizlikten kısa zamanda kurtulup, okulunu, arkadaşlarını ve öğretmenlerini sever.
Evlatlarımızın istikballeri ilkokul sıralarında şekillenmeye başlıyor. Veli öğretmen ilişkisini sağlıklı bir şekilde tesis edip yavrumuzun bu zor günlerinde ondan ilgi ve sevgimizi asla esirgememeliyiz diyorum.

Bal


Miraçta Efendimize şarap, bal ve süt sunulmuş, O beyin gücünü kullanarak sütü tercih etmiştir.
Efendimiz "Cennetin dört nehri olan bal, süt, su, şarap Firdevs'ten akar ve o Firdevs'in üstünde arş-ı âlâ vardır", demiştir.
Bal’ın bu yönünün yorumlarını ehline bırakıyorum.
Diğer yandan, Efendimiz:
"Her ay üç sabah bal yalayan kimseye büyük bir bela (hastalık) gelmez."
"Size şu iki şifayı tavsiye ederim: "Bal ve Kur'an."
"Sinameki ve sennut (yani tereyagi tulumuna konulan bal) yemenizi tavsiye ederim. Çünkü bu iki şeyde sam'dan (ölüm) başka her hastalığa karşı şifa vardır." Şeklinde bu besinle ilgili pozitif uyarılarda bulunuyor.
Bugün bilimsel olarak, bal doğal antibiyotik kabul edilir. Örneğin, Yeni Zellanda’nın manuka balı enfeksiyonlu cilt hastalıklarının tedavisinde ve ilaç yapımında kullanılır. Balın, bakteri ve mantarların gelişmesini durduran antioksidan ve antibakteriyel sübstanslar içerdiği de ispat edilmiştir.
Balın antimikrobik özellikleri, ağız ülseri ve periodontal hastalıkların tedavisinde etkilidir.
Her bal türünün kimyası farklılık gösterir. Balın az bir miktarı bile birçok vitamin, mineral, aminoasit ve antioksidan çeşitleri içermektedir.Bal tüketimiyle bağışıklık sistemini güçlenir ve vücudun direnci artar. Bu yüzden, hasta olmadan da bal tüketimi önemlidir.
Mideye çok kolay uyum sağlayan bir besindir. Hayatın zorluklarına karşın insana güç kuvvet verir. Güçlü olan insan da öfkesini yenmesini bilir. Onun için ben de az miktarda da olsa bal yemeğe gayret ediyorum. Çünkü şeker hastalığım var. Ancak şifa olduğunu bildiğim için bunu yapıyorum.
Balı sahtesinden ayırmak için karbon izotop yöntemi ile analiz edilmelidir.
Bugün bilimsel olarak ispat edilen noktalara Efendimiz tarafından dikkât çekilmiş olması da konuya ayrı bir ilgi uyandırmaktadır.
Bal gibi tatlı günler dileğiyle bu yazımı noktalıyorum. Hoşçakalın.

Yenilenmeye Açık Olmak İçin


Geriye dönük olan insanlara uyarıda bulunmak, onların da değişmesini dilemek, bilimle uğraşmasını dillendirmek, hatta biraz da zorlamak mantıken uygun mu sizce?
Sizi sıkmak istemem sözümüz, bunu başaramıyacak olanlara deği, Allah Ehli olmaya çalışan, tutuculuk ve hurafe anlayışıyla ile uzak/yakın ilgisi bulunmayan, yenilenme çabası içindeki bireyleredir.
Bu harika düzende yapılacak ilk iş; toplumu tedirgin eden, kimi zaman düşündüren, kimi zaman da can sıkan, öfke, kin, nefret gibi duygulardan kurtulmak ve bunun yanı sıra bilinçli bir düşünce yapısına sahip olmaktır.
Sağlam düşünmenin birinci koşulu, prosesi bulandıran pürüzlerin giderilmesi ve takıntılardan süratle uzaklaşılmasıdır. Bahsi geçen koşulların giderilmesiyle birlikte artık yapılacak iş, nifak tohumları ekmeyi bırakmak, dedikodu denilen ucubelikten sıyrılmaktır.
İkinci ve önemli koşul ise yaşam boyu bireyi zor durumda bırakan ‘kuşku’ illetinden vazgeçilmesidir. Ancak, bu işin üstesinden gelebilmek kontrollü ve salim bir kafayla düşünmekle gerçekleşir.
Çevreye duyarlı davranışlarıyla adından söz ettirenin, kirlilikten kurtulmak isteyenin buna hakkı var. Bu türler esasen bu mesajı veriyor. Anlayanda oluyor tabi.
Zira bu zaaf, basit ve üstünkörü bir denetleme/değerlendirme ile kapatılacak gibi değil. Bireyin, gerektiği anlarda bu duyguyla ilgili olarak kendiyle önemli bir muhasebeye girmesi, onunla savaşması şart gibi görünüyor.
Kuşku, yerini ‘teslimiyetçiliğe’ bırakmadıkça kişi bir adım bile ileriye gidemez.
İnsanoğlunun bu son derece büyük yanlışlardan/pürüzlerden bir an önce dönmesi gerekiyor.
Bu şekilde seçkin bir kitleye ivme kazandırılması söz konusu olabiliyor. Fakat kalite belli olduğu için, yapılacak iş bir hayli zor gibi görünüyor.
Kendisinde bir yığın çıkmazlar bulunurken ve bu sorunlar kapıda beklerken yenilenme aşamasına girmek kolay olmaz.
Şayet mutlaka yapılması gereken değişiklikler varsa, önce onların üzerinde durmak yenilenmeye dönük akılcı bir yaklaşım olmaz mı, ne dersiniz?

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Küresel Isınma


Önceleri kimse fazla ciddiye almıyordu, küresel ısınmanın somut belirtileri kendini hissettirinceye kadar. Artık en duyarsız-lakayt olanlar bile bu ısınmanın insanlığın en büyük tehlikelerinden biri olduğunun farkında.
Çünkü somut örneklerini görüyorlar.
Neredeyse kış bitti. Bu sene iyi kar yağdı, yaza girdik doğu kentlerimizde hala kar görülüyor. Sel felaketleri ve bu yönde oluşan can kaybı haddini aşmış durumda.
Görüyoruz tanık oluyoruz.
Kimi zaman dünya kuru bir soğukla yaşıyor. Bu havayı enteresan bir şekilde Londra’da da yakaladım. Bu kış kaldığım süre içinde bırakın karı, yağmurun damlası dahi düşmedi koskoca kente desem yeridir.
O beş dakikada bir gelen mutad yağmurdan eser bile kalmamıştı sanki.
Uzmanların hazırladığı rapora göre; sera etkisi yaratan karbondioksit gazları salımında, endüstriler kadar olmasa da bireylerin payı da bulunuyor.
Örneğin, 2002 yılında 159 milyon ton olan özel amaçlı enerji tüketimi, daha sonraki yıllarda ciddi şekilde artış göstermiş.
Buna göre, ilerleyen sürelerde daha da gelişen küresel ısınmanın etkileri tüm dünyayı içine alacak ve bu durum insanoğluna açlık, su kıtlığı olarak yansıyacak. Bu bir gerçek.
Çünkü bilim bunu haber veriyor.
Şimdi bizim üzerimize düşen görev, yapmamız gereken şey, işin ciddiyetinin farkına varıp tüketim alışkanlıklarımızda aşırılığa gitmemek olmalı. Örneğin Fransa’da halk, çantalarında taşıdıkları bez poşetlerle marketlerde alışveriş yapıyor.
Dizi ve haber sonraları hemen devreye giren ve yayımlanan reklamlardan bilinçaltıma işlemiş biri var. Belki sizde anımsarsınız. Şöyle ki “odanın içine su basıyordu. Evin sahibi ise bize bir şey olmaz” diye konuşmasına devam ediyordu. Su boğazına kadar gelmişti. Bu reklamı küresel ısınmadaki durumumuza benzetirim hep.
Anlayacağınız, söz konusu olgu artık kapımıza kadar geldi diyebilirim..
Lütfen dikkat!

Zenginin Malı


- Safiye boyutundan daha ilerisi var mı?..  Varsa neresi?... Orada ne haller olur ?...

- Hızır İlyas buluşması ne demek?.. Bazı veliler Hızır’la görüşürmüş, nasıl olur ki ?..

- Mevlana aşk boyutundan ileri geçememiş !...

- Rabiatul Adeviyye yalnız başına kalmış, kesrette; başka kullarda hakkı görememiş !...

- Hallac, Enel Hak sırrını ifşa etmenin bedelini başı ile ödemiş !..
Neler konuştuğumuza, neleri gündem ettiğimize bakar mısın Allah Aşkına ?..
-Henüz Allaha ait isimlerin manalarından, özetle esmadan bile haberimiz yokken   Safiyenin ötesini sormak !…

-Velayet Sırrını sadece yaşayan bilirken bir de Hızır’la görüşmeye özenmek !...

-Yetinmeyip Mesnevi hakkında hüküm vermek !...

-Kendince yaşadığı aşkı ile nice boyutlar aşan Rabia’yı yargılamak !..

-Hallac gibi bir Hakikat Şehidini sırrı ifşa ile itham etmek !...
Destur Ya Huuu !…. Destur !..  Hangi boyuttan neleri sorduğunu, kimler hakkında hüküm verdiğini bir düşünsen ?..
Bizim köyde bir veli amca vardı. Ne zaman gençler üst perdeden konuşsa:  “Evlatlar zenginin malı züğürdün çenesini yorar, bakın işinize, bunları geçin” der konuyu kapatırdı…
Asgari ücretli bir memurun Hawai Adalarında tatil dedikodusu ile oyalanması, çiftçi Ali dayının Cumhurbaşkanına tavsiyelerde bulunması bana hiç normal gözükmüyor!..
Benim tercihim haddimi bilmekten yana. “Allah Haddi Aşanları Sevmez” (Araf-55) ayeti hem uyandırıyor, haddini bil diyor hem de korkutuyor beni … “Cahil cesurdur” vecizesine muhatap olmaktansa, “Ağır ol da molla desinler” i tercih etmek daha makul geliyor.
Unutma süperstar olmak kolay değil.
Emek ister. Meşakkat ister. Böyle bir performansa imza atacak insanı arzular. Şartlanmalar, değer yargılarından kopman gerekiyor. Böylece Mudil isminden sıyrılarak kendini birim görmekten kaçınırsın ancak.

12 Ağustos 2012 Pazar

Sırrın Gönlünde Kalsın


Sevgili Kardeşim;
Bir süredir seyir yolunda okuyabildiklerini, içine doğan tespitleri benimle paylaşıyor ve görüş bildirmemi istiyorsun. Okuduklarından çıkardıkların ve gönlüne doğanlar oldukça güzel şeyler.
Haddim olmayarak sana bazı önerilerde bulunmak isterim:
-Vardığın sonuçlar bilinç semasından beşer arzına dökülen rahmet sağanaklarıdır. Yağmur ne kadar Rahmani ve kutlu ise; bunlar da o derece mukaddestir. Şurası muhakkak ki dünyadan haberi olmayanın bu dediklerimden de haberi olamaz.
-Mümin bir kula, Salih bir gönle ilham olunan doğuşlar, evliyanın müşahedesi gibi kıymetlidir. Esasen mümin kul ile evliya zümresinden bahsedilmektedir.
-Tasavvufun genel geçer kuralları olsa da bu yolda hissedilenlerin büyük kısmı indîdir. Bana göre indî olanlar; İndillahtan, yani hak katından, Rahimden, kuantum potansiyelden ulaşır. Bunlar bir açığa çıkış olarak düşünülmeli ve öyle kabullenilmelidir.
Bu nedenle hissettiklerini tevazü göstermenden ötürü sübjektif diye nitelendirmen gerekmez.
Kimi değerlendirmelere  gelince...
Bilesin ki bunlar SIR kapsamındadır! Sadece sana mahsus şeylerdir. Örneğin Hz. Muhamed (sav) kendine vahiy istikametinde gelen bilgileri inananları ile paylaşmış, bir kısmını  tebliği etmede inisiyatif kullanması öngörülmüş, yani kendi arzusuna bırakılmış,  ancak sırra tekabül edenlerin ise kesinlikle yansıtılmaması hususunda rabbinden talimat almıştır. Unutma hakikat Yolu bir anlamda sırlar denizidir.
Bunu ifşa edenler; geçmişte büyük bela ve sınavlarla bedelini ödediler.
İndî olanı anlaşılması güç, hatta imkansızdır.
Bazı seyirler paylaşmanın insana nasıl bedel ödettiğini şimdilik anlatmak istemiyorum.
Senden Allah Rızası için istirham ediyorum:
Sırların sende kalsın!..
Bu yönlü müşahedeni Yaratan ve senden başkası bilmesin!... Seni sevdiğim için, bedel ödemene gönlüm razı olmadığı için söylüyorum bunları.
Mevlana’nın şu sözünü dikkate al lütfen: “Sırların gönlünde kalırsa, maksuduna çabuk varırsın!..”
Şurası muhakkak ki sır, sır tutana verilir, zır cahillere değil. Meselenin bir yanı da burasıdır.

Neden Sevilirler?


Aile hayatı fıtridir (yaratılış gayesi). Bu yaşam düzeyinde çocukların ayrı bir yeri vardır.
“Allah sizi analarınızın karınlarından bir şey bilmez bir halden çıkardı… Değerlendirerek şükredenlerden olasınız diye, size sem’ (algılama), basarlar (görüp değerlendirme) ve fuadlar (esma mana özelliklerinin beyne yansıtıcıları-kalp nöronları )verdi.” (Nahl-78/ AHMED HULÛSİ/KUR'ÂN-I KERÎM ÇÖZÜMÜ) bebeklerin, 6-8 yaş sınırına kadar gelmiş çocukların, büyüklerine nazaran neden daha çok sevildiğini hiç düşündünüz mü?
Bir bebeğe baktığınızda ne hissedersiniz? Sevgi, şefkât, biraz da hayranlık değil mi?
Hiç çocuğu olmayan ve bir bebek için çok şeyini feda edecek bir kadın tanırsınız. Ama, onların iç dünyasını bizim bilmemize imkân ve ihtimal yoktur.
Ben kızımı bebekken, sanki büyülenmiş gibi dakikalarca seyrederdim. Neden bu duygularla yaşarız biliyor musunuz? Bebekler müthiş bir pozitif enerji alanı yaratıyorlar da onun için. Bu potansiyelle size çok şey yaptırabiliyorlar, sürekli zinde tutmayı başarabiliyorlar.
Henüz beşeriyete bulaşmamış olduklarından, nur saçıyorlar evren için mutlak gerekli olan sevgi, şefkât parıltıları onların üzerinden akıyor. Mutluluk yakalanıyor. Bir cennet ortamı yaratmayı iyi biliyorlar. Hastalandıkların da anne ve baba bir panik duygusuna kapılıyor. Ve onlar için olağan üstü şeyler yapma gayreti içine giriyorlar.
Bu nedenle, anne ve babalar, tek çocukları biraz büyüdüğünde biraz da bir defa daha o sevgiyi tatmak için ikincisini isterler. Kardeş yapmanın bir esprisi de budur. Bu yaştaki çocukların neden bu kadar çok sevildiği hususundaki temel noktaya gelince, şunları söylemek mümkün: Diğer isimler gibi Vedut ismi, beyin gücü ile ortaya çıktığı için fark etmeden insanı daha çok sevgi çemberine alıyorlar.
Kısaca bu ismin manası, onları çok sevmemizi sağlıyor diyebiliriz.
Daha sonraları veri tabanı günlük işlerle doluyor ve bu esmanın üzeri örtülüyor. Çocuklar yine seviliyor, ama arada oldukça büyük bir fark oluşuyor, bu kez dertler başlıyor. Bu durum ise insanı müthiş tedirgin ediyor.