4 Ağustos 2012 Cumartesi

Ulûhiyet Kemalatı


Özetleyerek söylemek gerekirse, Allahın dışında bir varlık görmemek kaydı ile ve hangi isim alırsa alsın “Her işin, onu yapması gerekenlerce yapılması” anlamına gelir ulûhiyet kemalatı.
Bir anlamda esma manalarının çıkışında yerli yerince kullanılması anlamına gelir bu dediğim şey.
Buradan yola çıktığımızda, günlük hayatımızdan örnekler vermek gerekirse; bisiklet tamircisi turşucunun, mobilyacı dondurmacının, psikiyatr bakkalın, ilköğretim öğretmeni de bir profesörün yaptığı işi yapamaz, yerini tutamaz.
Mesela, eczaneye manavdan alınacak meyva-sebze şeyler için gidilmez. Şayet böyle bir şey düşünülürse o insan da pskolojik sorunlar aranır. Tedavi için gerekli yerlere müracaat edilmesi gerekir.
İşte beşeri yaşamda “kim, ne için yaratılmışsa onun gereğini yerine getirmesi” bu bahsini ettiği tarz ve usulle alakalı, kemalatla bağlantılıdır.
Varlık bütünlüğü içinde halk ve hak kavramlarının kullanılıyor olması, keza ulvi ve süfli ayrımı da bu düzeyde mütalaa edilmesinden ötürüdür.
Ulûhiyet kelimesi, Kuranı Kerim’de ‘ilâh’ kelimesi ile zikredilir.
Şayet birimde Allah kavramının içselliği yoksa söz konusu kavramın “tanrı” şeklinde düşünülmesi ve kabul edilmesi muhtemeldir.
Bu açıdan bakıldığında, ‘İlah kavramı, Kur’an’ı anlamada’ çok önemli bir yer tutar.
Ulûhiyet kemalatının yaşamı, rabbini bilmeyi onu müteakip, melikiyet vasfının ne olduğunu bilme-yaşama, ölmeden evvel ölme ile getirir. Bu nitelik hemen tahakkuk eder.
İlk etabı budur.
İkincisi ve daha kemal bulmuş hali, hiçlik noktasını yani Ahadiyet’i de kapsamı altına alması ile yaşanır.
Uluhiyetin Hiçliği kapsayan bir sıfat oluşunu idrak edemiyorum; Ama bu felsefeyi ortaya dökenin Abdülkerim Ceyli Hz.de olduğunu düşündüğümde, bu yaklaşımın benim basit sıradan bir acziyetimle mukayese edilmeyecek düzeyde olduğunu düşünüyor ve bunu sıfatı takliden de olmak üzere kabul etmek zorunda kaldığımı beyan ediyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder